Türkiye veTürkler hakkında. Viktoryia Trushko’nun öznel değerlendirmesi

14.01.2019 | 11:01

Türkiye veTürkler hakkındaHayatımı bir kumaşa benzetecek olursam, Türkiye’nin hayatımdan kırmızı bir iplik gibi geçtiğini söyleyebilirim. Türkçede ilk, ‘Merhaba’ sözcüğünü duymuştum ve haliyle küçükken öğrendiğim ilk Türkçe kelime ‘merhaba’ olmuştu. Bu kelimeyi öğrenmem sayesinde annemin en yakın arkadaşının beraber çalıştığı bir Türk amcadan hediye olarak hayatımın ilk bir dolarını ve Milka çikolatasını almıştım.

Büyüdüm. Çocukluğumdan kalma bu anıların dışında Türkiye hakkında hiçbir fikrim yoktu. Hayatımın hiçbir döneminde de Türkiye ilgimi çekmemişti. Fakat bir vesileyle Türkiye'ye yaptığım bir gezi ülkeyi bambaşka açıdan görebilmemi sağladı. İşte Türkiye ile aramdaki hikaye de bu noktadan sonra başlıyor.

Üniversiteden mezun olup diplomamda ‘Türkolog’ yazan diplomayı aldığımda, Türkiye’yle çalkantılı bir aşk ilişkisi yaşıyordum. Sınıf arkadaşlarımın çoğu mezuniyetlerinden sonra Türkiye’yi ve Türkçeyi çoktan unutmuştu. Türkçe öğretmenliği ve Türkçe tercümanlığı yaptım. Şimdi Türkiye’de doktora eğitimi alıyorum ve bir Türk ile evliyim.

Türkiye ve Türkler tam on iki yıldan beri hayatımda ve her geçen gün bu ülke ve halkı hakkında yeni şeyler öğrenmeye devam ediyorum. Zamanla bir Türk gibi düşünüp hareket etmeyi de başardığımı söyleyebilirim. Tabii ki, tüm insanlar birbirlerinden farklıdır. Kastettiğim durum halklar arasında diğer ülkelerden ayrılan ve yabancılar tarafından ilk başta anlaşılamayan ama zamanla yakalanan ve hissedilen özel iletişim kodları. Anne karnında başlayan bu özel özel kodlar, insanların ortak ve farklı yönlerini araştırmakla uğraşan sosyologların ve insan bilimcilerin bahsettiği kültürel ve psikolojik özelliklerden başka bir şey değil. Şimdi sizi fazla sıkıp olayı akademik boyutta ele almadan Türkiye ve Türkler hakkındaki deneyimlerimi ve görüşlerimi paylaşacağım.

Türkler ile ilgili birçok efsane var. Rus literatürüne girmiş Türklerle ilgili atasözleri ve deyimler de bulunuyor. Ancak efsaneler modern hayatta tam anlamıyla karşılık bulmazlar. Bu nedenle ben bir Türkü tanımlamayı kendi deneyimlerime dayanarak bulmayı ve anlatmayı tercih ettim. Aklıma da ilk gürültüye alışık, hızlı ve ısrarcı kelimeleri geldi. Biraz daha düşününce zihnimde sıcak, rahat ve evcil kelimeleri belirdi.. İlk çağrışımlar her zaman en doğrusudur, bu yüzden de bu sıfatların üzerinde durup ne demek istediğimi açıklamaya çalışacağım.

Başlayalım, Türkler gürültülüdür, ve gürültüye alışıktır. Evet! Hem de insanı bazen çıldırtacak kadar… Kendi aralarında bile ‘Orada da korna çalarız diye Avrupa Birliği’ne giremiyoruz’ şakasını yapmalarından bu belli değil mi? Yüksek sesli müzik dinlemekten de çok hoşlanırlar. Mesela bana 14 bile fazlayken kocam televizyon izlediği zaman ses ayarını 36’ya çıkarıyor. 36’nın bana verilen bir lütuf olduğunu, anne babasının evindeki kumandadaki ses düzeyinin minimum 54’te olduğunu her seferinde söylemeyi ihmal etmiyor. Kütüphanelerdeki "Lütfen, sessiz olun!" uyarılarının niçin koyulduğunu hiç düşündünüz mü? Sabahları simitçilerin naralarından, aç martıların çığlıklarından ve trafikteki arabaların gürültüsünden başlayarak evlerin balkonlarından sarkan kadınların halı çırpıp komşularıyla bağrışarak yaptıkları sevimli dedikodulara kadar her şey bu ülkede ses çıkarıyor, bağırıyor, gülüyor, ağlıyor ve kavga ediyor. İlk başlarda, sessiz Minsk'te salyangozun kabuğunu andıran bir nevi ses izolasyonu içindeyken bu durumu yadırgamıştım. Ancak, gürültü bulaşıcıymış! Türkiye'ye geldikten iki yıl sonra kendimi otobüsün arkasından şoföre "Kaptan, arka kapıyı açar mısın!" diye bağırırken, pazarlardaki satıcılarla tartışırken ve yolda yürürken kimseden utanmadan kocamın annesiyle en özel sorunlarımı bile yüksek sesle konuşurken buldum.

İkinci olarak, Türkler hızlıdır. Hem de her şeyde! İstisnalar kaideyi bozmaz tabii ama yollarda GTA oynuyor gibidirler, restoranlarda hızlıca önünüze gelen yemeklerin adeta sihirli çubuklarla hazırlandığını düşünürsünüz, terziler kıyafetinizi bedeninize göre birkaç saat içinde hazır hale getirirler, konuşurlarken bile sanki zaman zaman yanlarında kronometre tutan görünmez bir hakem varmış gibi davranırlar. Mesela çoğu yerde şehirdeki hızlı tempo yüzünden trafik ışıkları onlar için hiç de önemli sayılmaz. Telefonu ikinci seferde de açmazsanız büyük ihtimalle sinirlenirler. Hızla ilgili Türkçeye yerleşmiş bir ifade bile var: "Bir an önce!". Kelime kelime incelersek, şu andan daha önceki bir zaman dilimini ifade ediyor. Bir tercüman olarak çalıştığım zamanlarda , patronlarımın 180 sayfalık metinler getirip, ciddiyetle "Yarına hazır olur değil mi?" soruları karşısında şoka girdiğim zamanları dün gibi hatırlıyorum.

Türkler seridir. Hızlı inşa ederler, inşa ettiklerini hızlıca yıkabilirler, hızlı üretirler. Belarus'ta Türkiye’deki bir iş günü hakkında anlattığım hikayeler ve olayların hızı, arkadaşlarım arasında Spielberg'in fantastik bir filmi gibi olarak algılanıyor. Türkiye’de her iş bu kadar hızlıysa biz burada nasıl yaşıyormuşuz ki? Belki de yaşlılık dediğimiz şey böyle bir ritmden ve yapılması gereken işlerin fazlalığından kaynaklanıyordur. Türkiye'de hız, hayat mücadelesinde sendelememek için adeta bir zorunluluktur.

Türkler ısrarcıdır. Genel olarak kaybetmeyi sevmezler, bu nedenle de bazen inatçılığa kaçan bir ısrarcılık sergileyebilirler. Mesela pazarlarda satıcılar sattıkları ürünlerin güzel ve kaliteli olduğunu ısrarla kanıtlamaya çalışır. Üstünde "Kelvin Lain" yazan tişörtlerin aslında Calvin Klein marka olduğunu, yazıda sadece küçük bir hata yapıldığını ve bu yüzden size 5 lira indirim yapmaya hazır olduklarını söyleyebilirler. Sizi vejetaryenlikten vazgeçirmek için arkadaş toplantılarında ısrarla önünüze etli yemek koyup tadına bakmanızı isteyebilirler. Bütün bunlar o kadar masum, samimi ve inanmış bir şekilde yapılır ki gülmekten sinirlenemezsiniz. Bu nedenle Türkiye'de sunulan bir çayı içmek, ikram edilen bir yemeği yemek, önerilen bir kitabı okumak ve ucuza bir tane daha tişört almak sizin için oldukça mantıklı olabilir. Aslında şimdi düşüüyorum da ısrar o kadar da kötü bir şey değilmiş. En azından sözümü dinlerseniz Türkiye’de aç kalmak gibi bir derdiniz olamaz.

Türkler sıcaktır. Cam bardaklardaki kokulu çaylarından bile daha ateşlidirler. Kolay coşan, komik, neşeli, dans eden, şarkı söyleyen, çabuk aşık olan, hızlı alevlenen ama aynı zamanda oldukça seri bir şekilde sönen Türkler, aslında bir ateşe benzer. En ufak bir tartışmada hemen alev alarak fikirlerini, vatanlarını, sevdiklerini ve ailelerini savunurlar. Konudan bağımsız bir gün Türklerin polislerle tartıştığına şahit oldum. Polis, hurdacılık yapan bir çocuğun topladığı kartonu elinden almıştı. Kimsenin umrunda omayan bu hurdacı için civardaki insanların polisle nasıl da ısrarlı bir şekilde kavga ettiklerine şahit oldum. Sonuçta polis baskıya dayanamadı, küçük çocuğa topladığı kartonlar geri verilmişti. Peki Türkiye'de herhangi bir futbol maçına gittiniz mi? Cevabınız hayır ise, beni daha iyi anlamak için elinizde değilse en azından internetten o atmosferi izleyebilirsiniz. Kesinlikle pişman olmayacağınızın garantisini veriyorum.

Türkler rahat insanlardır. Konuşulması ve iletişim kurulması kolaydır, hemen hemen hepsine "sen" şeklinde hitap edebilirsiniz. Sofrada her yemek için tek bir servis aleti kullanırlar.  Bilmedikleri için değil gerek duymadıkları için... Mesela çatal bıçak kullanmayı bilmiyorsanız sorun yok! Türkiye'de çok lüks bir restoranda bile yemeğinizi ellerinizle yiyebilirsiniz. Türklerle özel konuları konuşabilirsiniz. Hatta muhtemelen Türklerle yalnızca özel konuları konuşabilirsiniz. Arkadaşlarınızın daha önce hiç tanışmadığınız aile üyelerine selam yollamak adeta bir Türk yasasıdır. Kaç yaşında olduğunuzu, ne kadar para kazandığınızı, dini görüşünüzü konuşmak ve sormak Türkiye'de gayet normaldir. Örneğin benim Türk patronum, her zaman kişisel sıkıntılarımı bilirdi, gerekli tavsiyelerde bulunarak ve gerekli izinleri vererek tüm çözümlerime aktif olarak katılırdı.

Ve nihayet, Türkler evcildir. Pelüş bir ayı gibi. Türklerin anlayışında en iyi tatil, aileyle birlikte ve çok lezzetli yemeklerin arasında evde geçirilen zamandır. Salaş spor kıyafetleri, rahat minderleri ve yumuşak halıları severler. Türk erkeklerinin çoğu sert görünüşlerine rağmen, annelerinin yanındayken  yumuşar ve gözleri parlamaya başlar.

Evin bir köşesinde her zaman misafirler, çay kahve veya ayakları uzatmak için küçük masalar bulunur. Piknik yapmanın Türklerin kalbinde ayrı bir yeri vardır. Onlar için yeşillik görülen her yer piknik alanıdır.  Bu hastanenin avlusu olsa bile… Pikniğe genellikle büyük bir titizlikle hazırlanılır. Su ısıtıcıları, tencere dolusu yiyecekler, çatal bıçaklar, kaşıklar, bardaklar... Plastik tabak veya bardak söz konusu bile olamaz, çünkü her şey evdeki gibi olmalıdır. O kadar rahatlardır ki, bir gün İstanbul'da Emirgan Parkı’na gitmiştim, ateş yakılmaz uyarı levhalarının yanında semaverden çay içen ve içtiği çayı güvenlik görevlilerine ikram eden bir aile görmüştüm. Türkler ailelerine, annelerine, teyzelerine, amcalarına, kuzenlerinin torunlarına ya da  kayınpederlerinin kız kardeşinin oğluna bile çok bağlıdırlar.

Gözlemlediğim bir ilginç durum da şu: Evli bir kadınsanız, doktora gitmek için uygun bir zaman seçmek, bir gün izin almak, bankadan bir kredi veya bazı mağazalarda indirimlerden yararlanmak bekarlara göre yerine göre daha kolay olabilir.

Türkiye ve Türk halkı ile ilgili daha çok şey söylenebilir. Benim eğlenceli bir şekilde anlattığım ve çevremde gördüklerim bir başkasına garip gelebilir veya tam tersi durumlar yaşanabilir. Dünyaya kendi penceremizden bakarken, bu dünyada tek olmadığımızı aklımızdan çıkarmamalıyız. Etrafımızdaki dünya ve tüm insanlar aslında onları görmek istediğimiz ve görebildiğimiz gibidir!