Yeni başlayanlar için Türkiye'de “hayatta kalma rehberi”

09.09.2019 | 11:01

Yeni başlayanlar için Türkiye'de hayatta kalma rehberiTürkiye’de görgü kuralları ile ilgili bazı inanışlar vardır. Bir toplantı veya görüşme öncesinde başlayan uzun selamlaşmaların ve bitmek bilmeyen hal hatır sormaların, o toplantının veya görüşmenin süresinden daha uzun sürdüğü söylenir. Bu düşüncenin kısmen doğru olduğu söylenebilir.

Türkiye, Avrupalı devletlerin toplum modelini esas alan ve neredeyse 100 yıldır cumhuriyetle yönetilen bir ülkedir. Bu nedenle, Türkiye'deki iş ve günlük hayatla ilgili kurallar Avrupa standartlarıyla fazla uyumsuzluk göstermez. Selamlaşma, tanışma, hal hatır ile ilgili sorular, hava durumu ve benzer şeyler hakkındaki konuşmalar, hepimizin aşina olduğu şekildedir. Yani Türkiye’de kimse yolda gördüğü biriyle "Cennet adına gözlerin nur olsun ve etrafımdaki her şey burada olabildiğim ve konuşabildiğim için Tanrı’ya şükranlar göndersin. Seni barış ve huzur dileyerek dinlemeye hazırım, sevgili ve aziz dostum!" şeklinde konuşmaz. Yine de tüm dünyanın olduğu gibi Türkiye’nin de kendine özgü ahlak kuralları, iş hiyerarşisi, kültür normları ve bir sokak dili vardır.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki farklı meslek gruplarının temsilcileriyle yapılan iletişim burda çok farklı şekillerde tezahür eder. Yakın bir zamanda internette Türkiye’ye gelen ve burda yaşayan Rus iş adamlarına özel bir kurs ilanına rastlamıştım. İlanı veren kurum Türk ortakların düşüncelerini okumayı ve tüm eylemlerini öngörebilmeyi öğreteceklerini iddia ediyordu. Ayrıca Türkiye’deki iş camiasında genel görgü kurallarının öğretileceği de ilanda bonus olarak yer alıyordu. Reklamı okuduktan sonra gülümsedim. Çünkü Türkiye'nin iş dünyasındaki kültürün ve görgü kurallarının sırrı hiçbir sırrın olmamasıdır. Üst düzey görüşmelerdeki tercümanlık deneyimimde, tüm konuşmaların medya, Sovyet mizah hikayeleri ve 1001 Gece Masalları’na duyulan sevgi ile geçtiğini gördüm. Siz de burada gireceğiniz sıradan bir iş görüşmesinde, büyük olasılıkla sizi şok edecek bir şey görmeyeceksiniz. Taraflar birbirlerine oldukça saygılıdır ve birbirlerine ‘siz’ şeklinde hitap ederler, ricalar ve sorular nazik bir biçimde yapılır. Elbette, ülke insanının bazı karakteristik özellikleri zaman zaman kendini gösterir, ancak istisnalar ayrı bir çalışmanın konusu olabilir mi? Zannetmiyorum.

Bu istisnalar daha çok günlük hayatımızdaki iletişim biçimlerimizde kendisini hissettirir. Eğer bu konularla ilgili bir kurs olacaksa tam da bu yönde bir çalışma yapılabilir. Örneğin görgü kurallarıyla ilgili bir kurs hiç fena olmaz. Ama ülkede böyle bir kurs açmayı bildiğim kadarıyla hiç kimse düşünmemiş. Bu nedenle ülkede yaşayan tüm yabancılar - ben dahil -  ülkenin kültürel kodlarını yaşayarak öğreniyor ve hatalarından ders çıkarmak zorunda kalıyor.

Türkiye laik bir ülkedir, nüfusun ezici çoğunluğunu Müslümanlar oluşturur. Birçoğu gündelik hayatta inanışlarının getirdikleri kuralları uygular. Bu durum basit bir selamlaşmada bile kendisini gösterir. Örneğin Minsk'te, hem kadınlarla hem de erkeklerle el sıkışmaya alışmışım. Türkiye'de ise bu hareket ne kadınlar ne de erkekler arasında fazla yaygın değil. Burada birbirini tanıyan erkekler genelde kafa tokuşturarak selamlaşıyor. İlk görüşmede el sıkışmayı ve yanaktan öpüşmeyi genelde Avrupalı bir hayat tarzını benimseyen Türkler tercih ediyor. Birbirlerini tanıyan kadınlar arasında el sıkışmak ise neredeyse hiç görülmez. Kadınlar, genel olarak, birbirlerini gördükleri zaman sarılmayı ve 3 kez yanaktan öpüşmeyi tercih ederler. Bu sayı bazen 2, bazen de 4 olabilir. Bu meseleye net bir cevap bulamadım hala. İnternetteki forumlardan birisinde, 3 Türk öpücüğünün Rus selamlaşma geleneğine uzandığına dair bir açıklama okudum ama bunun ne kadar doğru olduğuna karar veremedim, yaptığım araştırmalarda da bir sonuca ulaşamadım. Yaşlıların ise elleri öpüldükten sonra alna konur, elini öptüğünüz kişi de sizi alnınızdan öper tabii gerekli görürse. Başka nüanslar da var, ama daha fazla kafa karışıklığına gerek yok diye düşünüyorum. Ben teoride her şeyi aklımda tutuyorum, ancak pratikte yine de bazen komik olaylar yaşıyorum. Halen kız arkadaşlarımla buluştuğumda sarılıp öpüşme ritüellerinde öpüşme sayılarını öngöremiyorum ve hep aynı duruma düşüyorum: Samimiyet dereceme bağlı olarak ya garip bir duraksama ya da neşeli kahkahalar. Bazen, öpücükler yerine, sadece içten bir sarılma yetebiliyor. Tabii bu sarılmanın süresi ile ilgili bazı sıkıntılar da yaşamadım dersem yalan söylemiş olurum. El öpmekle ilgili de bir olay yaşadım. Kocamın ailesi yabancı olduğum için örf ve adetler konusunda bana oldukça hoşgörülü davranıyorlar. O yüzden şimdiye kadar aile içinde kimsenin elini öpmemiştim. Bir gün eşimle birlikte ailesinin memleketine gittik. Türkiye’nin doğu bölgesinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun sanki hala varlığını sürdürdüğü uzak bir köy... Köyde bir dede vardı. Çok yaşlı ve söylenilenlere ve görünüşüne göre oldukça önemli ve saygın biriydi. Tabii ki geleneklere göre herkesin bu insanın elini öpmesi gerekiyor. Ama ben de ‘öpülmesi gereken eller veya öpülmemesi gereken eller’ ile ilgili bir şey duymamıştım. Sonuçta şöyle bir şey yaşadık: Dede yanıma yaklaştı. Elinin tersini bana uzattı. Ben de ters duran elini düzeltip sıktım ve kocamın akrabası ile olan konuşmama devam ettim. Etrafımdaki herkes bir anda buz kesti. Uzunca bir sessizlikten sonra eşimin ailesi gülmeye başladı ve bu adetlere yabancı olduğumu belirtti. Garip durum böylece yumuşatılmış oldu ama o akşam dede bir daha benimle hiç konuşmadı. El sıkışma konusunda kadınların dikkat etmesi gereken bir başka nokta daha var. Bir erkek abdest aldıysa bütün gün temizliğini kaybetmemek için kadınlara dokunmamaya çalışıyor. En dindarlar ise kadınların ellerini sıkmaya tamamen karşıdır. Bu yüzden de bazı insanlarla tanışırken benim gibi eliniz havada kalabilir, o yüzden bu garip durumu yaşamamak için muhatabınızı ve önsezilerinizi takip etmelisiniz.

Türkiye’deki ilk zamanlarımda biriyle ilk görüşmeden önce kendime en sık sorduğum soru “Tanrım, ben şimdi ne konuşacağım?” oldu. Ama zamanla bu endişemi yendim, çünkü gördüm ki karşınızdaki kişi zaten sizinle ilgili bir sürü şey soruyor, size de yalnızca cevap vermek düşüyor. Türkler özellikle aileden, anne babadan, teyzelerden ve amcalardan bahsetmekten çok hoşlanıyorlar. Bu nedenle görüşmelerinizde sık sık ‘Anneniz nasıl, babanız nasıl, kız kardeşiniz nasıl?’ gibi sorular duyabilirsiniz. Siz de bu tekniği konuşacak bir şey bulamazsanız karşınızdakine pekala uygulayabilirsiniz. Konular zaten Belarus’taki ikili diyaloglarla benzerlik gösterir: Aile, iş ve hobiler. Türklerin konuşmalarının hemen hepsinde siyasetten bahsedilir. Bize üniversitede öğretileni ben de şimdi size öğretiyorum. Bu tür durumlarda asla gaza gelmeyin. Din ve siyaset konularından mümkün olduğunca kaçının. Çünkü bu konular mayın tarlası gibidir. Bu konuları atlatmak veya nazik bir şekilde kapatmak her zaman en güzel yoldur.

Türkiye’deki bir başka kural ise bize eve girmeden önce ayakkabılarımızı çıkarmamız gerektiğini söyler. Belarus’ta da aynı kural geçerli olduğu için burda konuyla ilgili zorluk çeken birine birkaç Avrupalı dostum dışında rastlamadım. Ayrıca Türkiye’de tuvalete giderken terlik kullanma zorunluluğu da kısmen geçerlidir. Uygulamanın kökeni daha çok dini inanışlarla bağlantılıdır.

Bunların dışında benim Türkiye’de zaman zaman sıkıntı yaşadağım bir başka konu da ‘yemek’tir. Yemek sevmediğim halde burada hızlı bir şekilde kilo aldım. Çünkü burada size sunulan bir yemeği reddetme genellikle iyi karşılanmaz ve kırıcı bir tavır olarak kabul edilir. Sunulan yemeği istemiyorsanız nasıl reddedebileceğinize kendiniz karar verin. Ben halen buna uygun geçerli bir formül bulamadım, o yüzden her gün düzenli olarak spor yapıyorum.

Türkiye’de birini evinize veya iş yerinize misafirliğe çağırdığınızda sadece bir şeyler içilmeyeceğini bilin. Ülkede misafirliğe gitmek, yemek yemeye gitmek demektir. Bu nedenle misafir sayınıza göre yeterli miktarda yemek mutlaka yapın. Yemekten sonra da mutlaka tatlı, tatlıdan sonra da mutlaka çay veya kahve gelir. Yiyecek içecek konusunda alkol ve domuz etine dikkat etmeniz yerinde olur. Bazı insanlar alkolden hoşlanmayabilir, domuz eti de dinen yasaktır.

Türklerin günlük alışkanlıklarının bir diğer olmazsa olmazı ise sosyal temasların kurulmasıyla ilgilidir. Her gün bir şeyler satın aldığınız market görevlisine selam vermeniz, taksi şoförü ile sohbet etmeniz, evinizin çevresindeki komşularınızla tanışmanız vb. Türkler bu konularda oldukça canayakındır. Başlangıçta bu durum bana çok zor ve gereksiz geliyordu. Şişmiş bir baykuş gibiydim ve her şeyde bir art niyet arıyordum. Mesela acaba nereden geldiğimi neden soruyor olabilirlerdi… Ancak zamanla şüpheciliğim azaldı ve bir kafedeki, bir dükkandaki, ve bir sokağın köşebaşındaki sohbetler benim için oldukça önemli hale geldi. Yabancı bir ülkedeki sosyal bağlantıların önemi anladım, onların bana benim de onlara ihtiyacım olabilirdi. Türk insanı çok insancıldır. Otobüs şoföründen daha rahat bir yerde inmek için talepte bulunabilirsiniz, sütü az gelen kahveyi yeniden yaptırabilirsiniz, satın aldığınız bir ayakkabıyı birkaç ay sonra mağazaya dönüp geri verebilirsiniz. Tabii ki toplumsal nezaket ve davranış kurallarına uymak şartıyla…

Sonuçta nerede yaşarsanız yaşayın en önemli görgü kuralı insan olmaktır. Farklılıklara odaklanmaya çalışsak da tek doğru genel kurallarda yatar. Samimiyet, dürüstlük, net olma, hatalarını kabul edebilme, hoşgörü, başka bir ülkeye giderken yanımıza almamız gereken bagajımızdır. Gittiğiniz yerdeki örf ve adetleri bilmemek ayıp değildir ancak insanlık her yerde insanlıktır. Dolayısıyla Türkiye’deki tek kuralım açıklamak değil anlamaya çalışmak, kınamak değil empati kurmaktır. Türkiye’de birçok şey hoşuma gitmese de, bu durum insanlarla mükemmel ilişkiler kurmamı, ortak bir dil bulmamı, bir sürü yeni arkadaş edinmemi etkilemiyor. Sanırım değerli olan tek şey de bu…

Viktoryia Trushko

Yabancılar için ileri seviye Türk örf ve adetleri